SÜLEYMAN SEBA : 100. YILIMIZI ŞAMPİYONLUKLA SÜSLEYELİM...
Tuğrul Yenidoğan - Süleyman Seba |
Onursal başkanımızla söyleşimizi,
Beşiktaş müzesini kıskandıracak zenginlikte, her köşesinde Beşiktaş tarihinden
bir başka parçanın yer aldığı Valideçeşme’deki evinde yapıyoruz. O duvarları
süsleyen fotoğraflarla, o raflara sığmayan ödüller, plaketlerle, dosyalar
dolusu belgelerle, Beşiktaş’ın tam 60 yılı Süleyman abinin evinde nefes alıyor
adeta. Duvarlardaki fotoğrafları gösterirken, futbol oynadığı dönemlerden kalma
bir eski takım fotoğrafına gözü takılıyor, iç çekiyor, belki de bir an için o
günlere dalıp gidiveriyor : ‘’Şükrü, Çengel Hüseyin, Hakkı kaptan, Çaçi, Ali
İhsan, Vedii, kalecimiz Feyzi, Yavuz, Kemal...’’ diye saymaya başlıyor. ‘’Çoğu
rahmetli oldu. Hepsi eski dostlar. Eski dostlardan kaç kişi kaldık ki geriye...
Toplasan 5-6 kişi ancak varız..’’ derken gözleri buğulanıyor.
‘’ Abi, 5 dönem idarecilik
yaptın, Beşiktaş’a kimselerin talip olmadığı güç dönemlerde yönetim kurulları
oluşturmak için koşuşturdun. Başkanlar buldun, idareciler buldun. Basamakları
birer birer çıktın, Beşiktaş’ın en uzun süre başkanlığını yapan kişi olarak
tarihe geçtin. Ama ben idareci veya başkan Süleyman Seba’yı değil, Beşiktaş
formasını terleten futbolcu Seba’yı anlatmanı istiyorum’’ diyerek konuyu
değiştiriyorum.
‘’ Burada büyüdük, burada
okula gittik. 56 arsasında, Taşlık sahasında top peşinde koşardık...’’ diye
başlıyor anlatmaya. ‘’ 1943 senesiydi. Kabataş lisesinde okurken okul
takımında oynardım. Henüz 15-16 yaşlarında çocuğuz. Hakkı kaptan ve o günün
idarecilerinden meşhur kör Fehmi oynarken izlemişler beni. Beşiktaş genç
takımına davet ettiler. Koşa koşa gittim...’’
Beşiktaş genç takımını attığı gollerle şampiyonluğa
taşımış Süleyman Seba. Genç takımda forma giydiği 3 yıl boyunca almadıkları
kupa kalmamış. Antrenörleri Refik Osman Top’un üzerine titrediği bir oyuncu
olmuş kısa sürede. 1946 yaz aylarına girildiğinde Beşiktaş A takım santraforu
Kemal Gülçelik vatani vazifesini yapmak üzere askere çağrılmış. Hakkı kaptan da
harıl harıl santrafor arayışına girmiş. Bunu duyan Refik Osman: ‘’Dışarıda ne
arıyorsunuz, Süleyman var ya. Alın takır takır oynasın..’’ diye haber göndermiş
Hakkı kaptana.
‘’46 senesinin 30 Haziran’ında
ilk kez Beşiktaş A takım formasını giydim...’’ diye anlatıyor Süleyman
Seba. ‘’Rakip Fransızların ünlü F.C. Anguleme takımı. Çok sıcak bir
havada Şeref stadının dolu tribünleri önünde maça çıktık. A takım forması
altında ilk golümü o maçta attım. Tribünler uzun süre alkışlamıştı golü.
Fransızları 3-1 mağlup ettik. Ondan sonra 53 yılında menüsküs illetine
yakalanıp futbolu bırakmak zorunda kalana kadar Beşiktaş formasını giydim...’’
‘’Ne yani abi, bir kez sakatlanan futbolu bırakıyor muydu o senelerde?’’ diye
soruyorum. ‘’ O zaman tıp bu kadar ileri değil. Sakatlandın mı yandın. Yedek
oyuncu yok maçlarda. Maçta sakatlanırsan ya 10 kişi bırakacaksın takımını, ya
da sakat sakat devam edeceksin. Sahalar jilet gibi. Yere düştün mü bir
parçasını sıyırıp alıyor bacağının. Askerden döndükten sonra uzun süre mücadele
ettim menüsküs illetiyle. Baktım iyileşmiyor bacağım, Sadri beyle konuştum,
futbolu bıraktım. İşte bu şartlarda mücadele ettik, bu şartlarda kupalar
kazandırdık Beşiktaş’a...’’ diye anlatıyor.
‘’İnönü stadında atılan ilk golün
sahibi olmak şerefi de sana ait’’ diye hatırlatıyorum. ‘’Öyle olmuştu...’’
diyor. ‘’ 1947 senesi. İsveç’in meşhur A.İ.K takımı gelmişti açılış maçı
için. Mahşeri bir kalabalık vardı. Maçın ilk yarısında deniz tarafındaki kaleye
hücum ediyoruz, rahmetli Hikmet sol
kanattan ortaladı, yetiştim, vurdum. 1-0 öne geçmiştik.... Yıllar sonra
başkanlığım sırasında Avrupa kupalarında Goteburgh ile oynuyoruz. Başkanları
maçtan önce şeref tribününde geldi, bana sarıldı. Meğer o da 50 yıl önceki
açılış maçında A.İ.K forması giyen oyunculardan biriymiş. Beni görür görmez
hatırlamış, sarmaş dolaş olduk...’’
Kemal Gülçelik’in takıma
dönmesinden sonra uzun yıllar sağ açık olarak görev yapmış Beşiktaş’ta Süleyman
Seba. Süratli, çalımı seven bir forvet oyuncusuymuş. Saha içinde de, saha
dışında da efendiliğiyle tanınır, sevilirmiş arkadaşları tarafından. Faulsüz,
temiz bir oyun tarzı varmış. Meazza, Eric Kean, Pupo Sandro gibi ünlü hocalarla
çalışmış. A Milli, Ordu Milli takımı formalarını başarıyla taşımış. ‘’O
yıllarda unutamadığın bir maçı anlatır mısın abi?’’ diye soruyorum, ‘’1949-50
sezonu lig şampiyonluğunu kazandığımız Fenerbahçe maçını unutamam...’’ diye
anlatmaya başlıyor...‘’Berbat bir havada, çamur bir zeminde, takım olarak
yürekten bir mücadele ortaya koymuştuk. Rahmetli Çengel Hüseyin’in attığı golle
Fenerbahçe’yi 1-0 mağlup ettik, şampiyon olduk. Maç sonunda her birimiz
çamurdan adamlar gibi olmuştuk. Ancak şampiyon olduğumuz için çok sevinçliydik’’
Şampiyon Beşiktaş takımı o
yıl A.B.D’ye davet edilmiş. Amerika’da
oynadıkları maçların da özel bir yeri var Süleyman Seba’nın hatıraları
arasında. Beşiktaş’ı ve Türk futbolunu başarıyla temsil etmişler. Çeşitli
eyaletlerde Amerikan takımlarıyla ve İngiliz şampiyonu Manchester United
takımıyla karşılaşmışlar. O günlere ait bazı Amerikan gazetelerini saklamış
Süleyman Seba. Bana gösteriyor, içlerinden Chicago Tribun’e açıp bakıyorum.
Gazete büyük yer ayırmış Beşiktaş’ın Chicago All Star karşısındaki 5-2’lik
galibiyetine. Maçı yorumlayan yazar da mükemmel bir futbol ortaya koyan sağaçık
Süleyman’ı öve öve bitirememiş desem yeridir.
Para karşılığı değil, renk
aşkıyla taşımış senelerce Beşiktaş formasını. Tek kuruş transfer ücreti almadan
bırakmış futbolu. Yokluklar içinde sürmüş futbol hayatı. En çok kulübüne ait
bir lokalin, bir çim sahanın hasretini çekmiş o dönemlerde. Akaretler’ de
Naciye’nin kahvehanesinde toplanırlarmış futbolcu arkadaşlarıyla. Oradan
giderlermiş Şeref stadındaki idmanlara. Belki de o günlerde içinde yer eden
hasretin etkisiyle, futbolu bıraktıktan 32 yıl sonra başkan olarak göreve
başladığı ilk günden 16 yılın ardından görevini tamamladığı son güne kadar,
ondan önce dikili bir ağacı bile olmayan kulübüne birbiri ardına muhteşem
tesisler kazandırmak için çalışmış, çabalamış. Evinin arka balkonundan BJK
Plaza’ ya bakarken belki de yokluklar içerisindeki o günleri anımsıyor, ‘’nereden
nereye geldik’’ diye dalıp gidiyor. Belki de kulübüne kazandırdıklarının
gururuyla balkonunun Boğaz manzarasını kapayan bu iki yüksek binadan hiç ama
hiç şikayetçi olmuyor.
Söyleşi için teşekkür ediyorum
onursal başkanımıza. Tam kapıya doğru yürürken, tesadüf bu ya, oturma
odasındaki sehpasının üzerinde sürekli açık duran küçük radyosundan Gültekin
Çeki’nin rast makamındaki bestesinin nameleri yayılıyor odaya: ‘’ Unutulmuş
birer birer. Eski dostlar, eski dostlar... Ne bir selam, ne bir haber. Eski
dostlar, eski dostlar...’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder