ŞEREF BEY: "BEŞİKTAŞ'IN ŞEHİDİ"
Beşiktaş semtinin gençleri futbol topuyla ilk kez 1906-1907
yıllarında tanışırlar. Mekteb-i Sultani talebesi Küçük Mustafapaşazade
Selahattin ve yeğeni Alaeddin beyler okullarında gördükleri futbol topundan bir
tane alarak Valideçeşme’ de bulunan konaklarına getirirler.
(O dönemin Beşiktaş’ını, günümüzün Çankaya’sı gibi
değerlendirebiliriz. İstanbul başkenttir ve Beşiktaş sarayın bulunduğu
merkezdir. Beşiktaş’ta ikamet eden bir çok devlet adamının, paşaların, devlet
erkanının çocukları Mekteb-i Sultani, yani Galatasarayı Lisesi’nde öğrenim
görmektedir. Serencebey’de Beşiktaş kulübünün kurulduğu konağın sahibi Osman
Ferid Paşa’nın çocukları ve kulübün ilk kurucuları Mehmet Şamil, Hüseyin
Bereket ve diğer kardeşleri de Mekteb-i Sultani mezunudurlar.)
Selahattin ve Alaeddin beyler, mahalle arkadaşları Ahmet
Şerafettin başta olmak üzere Kazım, Asım, Mehmet ve semtin diğer gençleriyle
birlikte Taşlık’ taki boş alanda (bu gün Swissotel’in bulunduğu meydan) futbol
oynamaya başlarlar. Futbol tutkusu kısa sürede Beşiktaş semtinin gençlerini de
sarıp sarmalar.
Semtte birkaç futbol takımı birden kurulur.. Bunlardan en
önemlileri 15 yaşındaki Ahmet Şerafettin Bey’in kurduğu Valideçeşme futbol
takımıyla, yine Valideçeşme Kuşçubaşı konağında oturan Nuri Bey’in kaptanlığını,
Rumelihisarlı Münir Bey’in başkanlığını yaptığı Basiret takımlarıdır.
Aynı mahallenin bu iki takımı bir süre, kah taşlıktaki
arsada, kah seyyar kale direklerini nöbetleşe
sırtlanarak Kağıthane’ye Poligon önüne giderek bazen birbirleriyle,
bazen Rum gençlerinin kurdukları takımlarla iddialı maçlar yapmaya başlarlar.
ŞEREF BEY (1890 – 1933)
Şeref Bey 1906 |
Ahmet Şerafettin bey (Şeref Bey) 1890 yılında Beşiktaş
Valide Çeşmesi Dibek sokağında, 14 numaralı evde doğmuştur. Gümrük
memurlarından Erzincanlı Hacı Yusuf zadelerden Mehmet beyin oğludur. 9 yaşında
Bediai İrfan Mektebini, 12 yaşında Beşiktaş Mülkiye Rüştiyesi’ni (ortaokul), 15
yaşında da Mercan idadisini (lise) bitirerek, iyi derecelerle diploma almıştır.
İdadi’den mezun olduktan sonra Fransız mektebine kaydolan
Şeref Bey’in yeni mektebinde de düşündüğü tek konu kendisinde yavaş yavaş
vazgeçemeyeceği bir tutkuya dönüşen futboldur.
Kafasına takmıştır bir kere. Böyle 11 kişinin bir araya
gelip top peşinde koşuşturmasıyla futbolda bir yere gelinemeyeceğinin farkındadır.
Hocalarına sorar, arkadaşlarına danışır. Kararını vermiştir. Yaz tatili
geldiğinde mahallelerine 200-300
metre uzaklıkta bulunan Beşiktaş Osmanlı Jimnastik
Kulübü’ne gidecek, oradaki idarecilere başvuracak, kurduğu futbol takımının
bundan böyle Beşiktaş kulübünün himayesinde faaliyet göstermesini teklif
edecektir.
Peki bir çoğu o şatafatlı askeri üniformalarla dolaşan
idarecilerden, koca şampiyon Kurtdereli’nin, boksör Kemal’in, Hoca Şevket’in,
Ahmet Fetgeri Bey’in ve devrin bir çok ünlü sporcusunun idman yaptığı kulüp
sahasında kendilerinin de spor yapmasına izin almayı nasıl başaracaktır?
Üstelik henüz 21 yaşındadır…
O doğma büyüme Beşiktaş’ın çocuğu Ahmet Şerafettin’dir.
Semtte büyük küçük herkes tarafından çok sevilmektedir. Genç yaşına rağmen bir
çok büyüğü cebinden çıkaracak kadar etkili bir konuşma üslubuna sahiptir.
Bilgilidir, terbiyelidir, kibardır. Tuttuğunu koparan bir gençtir.
1911 yılı yaz tatilinde birlikte futbol oynadığı
arkadaşlarına düşüncesini açar.Cesaretini toplar, birkaç arkadaşını da yanına
alarak Beşiktaş kulübünün Akaretler’deki binasına gider.
Futbol sporunu, bu sporu Beşiktaş kulübünün bir sporcusu
olarak yapmak istediklerini, semtin gençleri olarak buna hakları olduğunu,
memlekete tam sıhhatli ve kuvvetli bir gençlik yetiştirmek amacıyla kurulan
Beşiktaş kulübünün himayesini beklediklerini etkileyici bir dille anlatır
idarecilere. Sonunda Fuat (Balkan) Bey, Mahzar (Kazancı) Bey ve Ahmet Fetgeri
(Aşeni) beylerin oluru ile Şeref Bey’in istekleri kabul edilir.
Böylece 1911 yılının Ağustos ayında Şeref Bey ve
arkadaşlarının kulübe katılımlarıyla Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü’nde
güreş, halter, eskrim, jimnastik gibi ferdi spor branşlarından sonra ilk kez
bir takım sporunun faaliyeti de başlamış olur.
Şeref Bey 1909 |
Akaretlerde Beşiktaşlı sporcuların idman yaptığı küçük kulüp
sahasında, spor bayramlarının yanı sıra, toplu sünnet düğünleri düzenlenir,
hatta zaman zaman sinema bile oynatılırken, Şeref Bey’in gayretleriyle bundan
böyle yarışlar ve gösterilerin ardından birinci ve ikinci futbol takımının
aralarında yaptığı maçlar da Beşiktaş halkı tarafından heyecanla izlenmeye
başlanır.
Şeref Bey Beşiktaş kulübüne futbolu getirdiğinde henüz 17
yaşındadır. İdealleri uğruna bıkıp usanmadan mücadele eden bu genç adam kısa
ömrü boyunca Beşiktaş’ ta futbolun
gelişmesi için mücadele verecek, siyah beyaz renk sevgisini sıradan insanlara,
halka yayacaktır.
Onun sayesinde 1911 senesine kadar sadece sporculara ve
idarecilere sahip olan Beşiktaş kulübü, kendisini belki de yüz yıllar boyu dimdik
ayakta tutacak yepyeni bir güce, ‘’taraftar gücüne’’ sahip olmayı başaracaktır.
İLK FUTBOL TAKIMI
Beşiktaş'ın ilk futbol takımı. Behzat, Resul, Rıdvan, Dr. Sabri, Şair Kazım, Sadi, Dr. Mehmet, Asım, Fahri, Dr. Ali, Sadi (Çizimdir. Normal fotoğraf değildir) |
Beşiktaş’ın ilk
futbol takımı, kaleci Resül, savunma oyuncuları Rıdvan, Behzat, orta
saha oyuncuları muallim Sırrı, şair Kazım, Sabri, Halil, forvet oyuncuları
İzzet, Mehmet, Asım, Şeref ve Fahri tertibiyle maçlarına başlarlar. Futbol
takımının ilk siyah-beyaz formalarını, ayakkabılarını ve futbol topunu İpekçi
İhsan adlı bir sporsever temin eder.
Yeni kurulan takım ilk senesinde lig maçlarına iştirak
etmez. Ancak yapılan özel maçlarda ‘’Arakas’’ Ermeni kulübünün çok kuvvetli
olan birinci takımını, yine Hristiyanlardan kurulu Bakırköy’ün Tatavla Rum
takımını mağlup etmeyi başarır.
Bu arada semtin diğer takımı Basiret’in bir çok oyuncusu,
başta Refik Osman olmak üzere Beşiktaş futbol takımına katılır, genç yaşına
rağmen usta bir idarecilik gösteren Şeref Bey’in gayretleriyle takım iyiden
iyiye güçlenir.
Futbolun yanında eğitimini de ihmal etmez Şeref Bey. Fransız
mektebinin ardından Darülfünunun Edebiyat şubesine (İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi) kaydı için başvuruda bulunur.
Önce yaşının küçüklüğü dolayısıyla kabul edilmez. Ancak
devrin Maarif Nazırının özel izniyle 17 yaşında yüksek öğrenimine başlar. 20
yaşında Darülfünunu bitirir. Hocaları Hüseyin Cahit Yalçın ve Hamdullah Suphi
Tanrıöver tarafından merasimle talebe arkadaşlarına takdim edilir.
Ardından Eyüp’te Meşriki Füzüyat ve Reşadiye isimlerindeki
mektebe hoca ve müdür muavini olarak tayin edilir. Beşiktaş futbol şubesinin
idarecisi Şeref bey bundan böyle spor idarecisi olmanın yanı sıra genç bir
muallim (öğretmen) olarak da memleket gençlerinin bedeni ve zihni gelişimlerine
hizmet edecektir.
1914’ün Kasım ayında önce Rus İmparatorluğu, ardından
İngiltere ve Fransa Osmanlı imparatorluğuna savaş ilan ederler. Koskoca Osmanlı
devleti, beceriksiz ellerde sürüklendiği bu anlamsız savaşla birlikte önlenemez
sona doğru adım adım yaklaşmaktadır.
Futbol şubesinin kurucusu Şeref bey yedek subay olarak
Romanya cephesinde görevlendirilir. Futbol takımı oyuncularının tamamı çeşitli
cephelerde vatan hizmetine koşarlar... Binasız ve eşyasız kalmış kulübü savaş
sonuna kadar İstanbul’ da kalmış Ahmet Fetgeri Bey yalnız başına açık tutmaya
çalışır.
I. Dünya savaşında, 11 kişilik Beşiktaş futbol takımı vatan
müdafaası uğruna 8 şehit birden verir. Dr Ali, Dr. Mehmet ve Rıdvan Kafkas
cephesinde tifüs salgınının kurbanı olurlar. Ardından Sadi ve Behzat’ın da
şehit oldukları haberi ulaşır İstanbul’a. Takım kaptanı şair Kazım ve sağiç
Asım Çanakkale müdafaasında şehit
düşerler.
Mütareke günlerini takiben ardından gelen işgaller ve
özellikle İngiliz askerlerinin İstanbul’u işgali sırasında Beşiktaş kulübü de
çok zor günler yaşar. Rumlar bir gece, savaş yıllarında Ahmet Fetgeri Bey’in kulüp
faaliyetlerini yürüttüğü Köyiçi’ndeki
salona girerek kulüp eşyasının bir kısmını yağmalarlar ve salonu zor kullanarak
boşalttırırlar. Bütün eşya ve spor malzemeleri perişan olur.
Rumlardan kaçırılarak kurtarılan birkaç parça eşya
Köyiçi’nde bir manav dükkanına kilitlenir. İktidardaki Damat Ferit Paşa
hükümetinin memurları da kulübün elinde kalan yegane idman alanı Akaretler’deki
sahayı (bu günkü Beşiktaş Plazaların yükseldiği alan) zorla tahliye ederek
bostan yapılmak üzere kiraya verirler. Beşiktaş kulübü kuruluşundan bu yana 5.
kez faaliyetine ara vermek zorunda bırakılmıştır.
Bu kargaşada Şeref Bey, Romanya cephesindeki vazifesini
tamamlayarak İstanbul’a döner. Birkaç yıl önce üzerine titrediği kulübünün, top
koşturduğu sahanın yerinde yeller estiğini görünce yıkılır. Refik Osman ve
semtteki diğer arkadaşlarını Taşlık’ta toplar:
‘’Arkadaşlar, faaliyetleri durdurulan Beşiktaş kulübümüzü
bizler yeniden ihya edeceğiz. Var mısınız?’’ diye sorar...
Şeref Bey’in kararlı tutumundan etkilenen arkadaşları,
ertesi gece yanlarında başka arkadaşlarını da getirerek Maçka’daki muhallebici
dükkanında toplanırlar. Oradan topluca Akaretler’deki eski sahalarına yürürler.
Eski kulüp binasının hemen arka tarafındaki duvardan atlayarak bahçeye
girerler.
1920-21 İstanbul Şampiyonu Beşiktaş. Şeref Bey ortada. Sol baştaki fesli Şeref Bey'in yakın dostu Nazmi Ökten. Çubuklu forma giymeyen tek oyuncu Refik Osman Top. |
Yanlarında getirdikleri ağaç makaslarıyla, çapalarla, kazma
ve küreklerle Şeref Bey’in kumanda ettiği bu yaklaşık elli kişilik topluluk hep
birlikte işe girişir. Bazıları bahçedeki köpeklerle mücadele etmek zorunda
kalırken, bazıları bu gürültü, patırtı devam ederken bostanın bir tarafından
girip diğer tarafından çıkar ve işi bitirirler.
Sonuçta eski sahayı bostan olarak kiralayanlar birkaç gün
içerisinde bu alanı terk etmek zorunda kalırlar. Şeref Bey’in önderliğindeki
Beşiktaşlı gençler kısa bir mücadeleden sonra sahalarına yeniden
kavuşmuşlardır...
Sahanın arka tarafındaki dükkanlardan birini de kiralayıp
soyunma odası haline getiren Şeref Bey, kapısına kilit vurulan Beşiktaş
kulübünü tekrar faaliyete geçirmeyi başarmıştır. Bundan sonra tek bir amacı
vardır:
‘’ Futbolcuları bir biri ardına patlak veren harplerde,
vatanı uğruna bir o cephede bir bu cephede savaşarak şehit olmuş Beşiktaş futbol takımını yeni baştan kurmak.
Bu takımı en kısa sürede Altınordu, Süleymaniye, Galatasaray, Fenerbahçe,
Anadolu, İdman Yurdu takımları düzeyine taşımak, hatta onları da yenip geçecek
muzaffer bir armada yaratmak...’’
Beşiktaş - İttihat maçı sonrası. Soldan: Bombacı Bekir, Fitil Nuri, Şeref Bey, Refik Osman Top, Cavit, sonraki yıllarda Beşiktaş'ta başkanlık da yapacak Rüştü Erkuş ve meşhur Balıkçı Tevfik (1921) |
Ancak Galatasaray ve Fenerbahçe’nin de aralarında bulunduğu
Cuma liginin organizasyonunu gerçekleştiren takımlar, Şeref Bey’in ısrarlı
başvurularına rağmen, Beşiktaş’ın bu ligde mücadelesine engel olurlar. Şeref
Bey bu duruma çok içerler, ancak yine pes etmez. Cuma ligine alınmayan Hilal,
Üsküdar, Vefa, Türkgücü, Beylerbeyi ve diğer kulüpleri bir araya toplayarak
‘’İstanbul Türk İdman Birliği’’ adında 12 takımın mücadele edeceği yepyeni bir
lig düzenler.
Daha sonra İstiklal savaşında şehit düşecek ünlü Arap
Nuri’nin orta sahada oyun kurucu olarak görev aldığı Beşiktaş futbol takımı,
İzzettin, Akif, Kamil, Resul, Haki, Kemal, Cavit, İbrahim, Rüştü gibi oyuncularla
ligde mücadele edecektir.
Şeref Bey'in adeta yeni baştan yarattığı Beşiktaş futbol
takımı 1919 ve 1920 senelerinde peş peşe ‘’İstanbul Türk İdman Birliği’’ ligini
şampiyon olarak tamamlar. 1920-21 sezonunda
katıldığı Pazar ligini ikinci olarak tamamlarken, 1921-22 sezonu Pazar
liginde şampiyon olur.
İmparatorluğun başkenti İstanbul’ da gerek azınlıklar, gerek
Türkler arasında futbola ilginin günden güne artması, futbol takımlarının
sayısının çoğalmasıyla birlikte birkaç ligin birden düzenlenir olması, bir
futbol federasyonu teşkilatının bir an önce kurulmasını gerekli kılar.
Galatasaray kulübü kurucularından Ali Sami Bey’in
girişimleriyle 27 Kasım 1921 günü İstanbul’da toplanan 14 futbol kulübünün
temsilcileri ‘’Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’’nın kuruluş görüşmelerini
başlatırlar.
Ama ne acıdır ki küçük hesaplar peşinde olan birkaç kişi,
Pazar liginin şampiyon iki ekibi Beşiktaş ve İttihatspor’u bu teşkilatın kuruluş çalışmaları dışında
bırakmaya kalkışırlar. Şeref Bey, bu oldu bitti girişimi karşısında da yılmadan
mücadele verir ve sonunda amacına ulaşır.
1923 yılı Şubat ayında aradaki ihtilaflar giderilir, Şeref
Bey’in liderliğinde kurulan ‘’İstanbul Türk İdman Birliği’’ne dahil Beşiktaş ve
diğer 11 kulüp Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakına dahil olurlar.
Şeref Bey sol başta, futbol federasyonunda toplantıda (Aralık 1931) |
CUMHURİYET VE İLK ŞAMPİYON
Türkiye Futbol Teşkilatı, veya şimdiki adıyla Türkiye Futbol
Federasyonu, başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleriyle, Cumhuriyet’in
ilanından aylar önce, Nisan 1923’
de kurulur.
Vakit geçirmeksizin Milletlerarası Futbol Teşkilatı FİFA’ya
üyelik için başvurulur ve birkaç ay içerisinde üyelik başvurusu kabul edilir.
Teşkilatın FİFA’ya başvurusu bizzat Mustafa Kemal tarafından istenir ve takip
edilir. Bunun nedenini de, bu başvurunun milletlerarası arenada kabul edilip
edilmediğinin sınanarak, birkaç ay sonra ilan edilecek Cumhuriyet'in de dünya
ulusları tarafından kabul görüp görmeyeceğinin zemininin yoklanması olarak
açıklayabiliriz.
Futbol Teşkilatı’nın kurulmasıyla İstanbul Cuma Ligi,
İstanbul Pazar Ligi, İstanbul Şampiyonluğu Ligi ve İstanbul Türk İdman Birliği
Ligi gibi, aynı yıl içinde 4 İstanbul Şampiyonunun çıktığı ligler bir araya
getirilir. Bundan böyle tek bir lig, iki ayrı kümede, birinci lig ve ikinci lig
olarak oynanacaktır.
Ancak Beşiktaş kulübünün Türk Sporundaki ihtişamlı
yükselişinden rahatsız olan bazı kişiler, Beşiktaş’ı İstanbul Birinci Ligi’nden
dışlamak ve Beşiktaş futbol takımının ikinci kümede yer alması için yoğun kulis
faaliyetine girişirler. Şeref Bey Beşiktaşlılık adına dik duruşunu burada da
sergiler. Ani bir kararla futbol takımını ligden çeker.
Beşiktaş aleyhine kulis faaliyetlerine girişenlerin de
yaptıkları yanlarına kar kalmaz. Beşiktaş’ın katılmadığı lig türlü
anlaşmazlıklar neticesinde tamamlanamaz. Verdiği tutarsız kararlarla bu
karışıklığa neden olan Futbol Teşkilatı üyeleri görevlerini bırakmak zorunda
kalırlar. Yeni Futbol Teşkilatı,1924 yaz aylarına girilirken İstanbul
şampiyonunun belirleneceği yeni bir lig düzenlemek zorunda kalır. Yeni lige bu
kez Beşiktaş da davet edilmiştir.
Beşiktaş futbol takımı, aralarında Fenerbahçe’nin de
bulunduğu rakiplerini bir bir yenerek finale çıkar. 22 Ağustos 1924 Cuma günü hakem Necmi Bey idaresinde oynanan
final maçı, aynı zamanda yıllar boyu sürecek Beşiktaş-Galatasaray ezeli
rekabetinin de ilk maçıdır. Refik Osman Top ve Edip beylerin attıkları gollerle
Galatasaray’ı 2-0 mağlup eden siyah beyazlı futbolcular, böylece Türkiye
Cumhuriyetinin resmi ilk İstanbul şampiyonu olarak spor tarihine adlarını
yazdırırlar...
HÜSNÜ, HAKKI, ŞEREF…
Cumhuriyet döneminde düzenlenen ilk futbol liginde
şampiyonluğun kazanılmasının ardından 5 yıl boyunca lig üçüncülüğü ile yetinmek
zorunda kalır Beşiktaşlı futbolcular. Her biri farklı spor dallarıyla uğraşan
dönemin asker kökenli Beşiktaş kulüp başkanları ve idarecileri futbola karşı
soğukturlar. Halkın futbol branşına, diğer branşlara nazaran daha fazla ilgi
göstermesinin ve futbolcuların diğer kulüp sporcularından çok daha ön plana
çıkmalarının yarattığı hoşnutsuzluklarla birleşince, Şeref Bey’in bir başına
kalması, kulübünün yeteri kadar desteğini alamaması sonucunu doğurur.
Ancak futbol tutkusu öylesine işlemiştir ki Şeref Bey’in
benliğine, yalnız bırakılsa da, yokluklarla savaşsa da pes etmez. Yakın
arkadaşları Abdülkadir Ziya Karamürsel ve Nazmi Ökten’le (Şan Ökten’in
babası) birlikte gecesini gündüzüne
katarak, yepyeni gençlerden oluşturacağı şampiyon bir kadroyu yoktan var etme
uğraşısındadır...
Şeref Bey futbolcudur, idarecidir, yurt dışında maç yönetmiş
(Viyana’da) ilk futbol hakemidir... Bunların yanında çok iyi derecede
Fransızcası olan, çok okuyan, çok yazan bir entelektüel, hayatını gençliğin
eğitimine ve spora adamış, Cumhuriyet gençliğine inanan, güvenen bir eğitim
adamıdır. Futbolda ilerlemenin ancak yurt dışı temasları sıklaştırmakla mümkün
olacağını düşünmektedir.
Arkadaşı Nazmi Bey’in yardımlarıyla Beşiktaş futbol
takımının ilk yurt dışı maç organizasyonunu 1926 yılında Bulgaristan’a yapılan
seyahatle gerçekleştirir. Hemen bir yıl sonra, 1927 yılının Nisan ayında
Romanya’ya ikinci yurt dışı seyahatinin
organizasyonunu da gerçekleştirir. Şeref Bey, İdareci Abdullah Posan’ın
Bandırma Öğretmen Okulu’ndan bulup getirdiği Hüsnü adlı genç bir futbolcuyu da
bu yolculukta kafileye dahil etmiştir.
Beşiktaş, Bükreş’te ilk maçını 3 Nisan 1927 Pazar günü Rumen
Juventus takımına karşı oynar. Güçlü rakibine 3-2 mağlup olur. 4 Nisan 1927
günü Olimpia ile 2-2 berabere kalan Beşiktaş, Romanya’daki maçlarını tamamlar.
Takıma yeni katılan Hüsnü ise her iki maçta da 40 yıllık Beşiktaşlı gibi
oynamış, oynadığı bek mevkiinde tekmeye bile kafa uzatarak rakip hücumları bertaraf
etmeye çalışmıştır. Öyle ki kendisini izleyen Rumen futbolseverler ‘’Bu oyuncu
Türk mü, yoksa İtalyan mı? İtalyan liglerinde bile böyle futbolcuya az
rastlanır’’ diye Şeref Bey’ e sormadan edemezler.
Şeref Bey’in takıma kazandırdığı ve herkesin merak ettiği bu
yeni futbolcu, sonraki yıllarda Beşiktaş takımının unutulmaz kaptanı ve Milli
takımın değişmez beki olacak, Beşiktaş’ın
‘’baba’’ lakabıyla anılacak ilk futbolcusu Hüsnü Savman’dır.
5.4.1927. Beşiktaş futbol takımı, idarecileri Nazmi Ökten ile (alt sırada sağ başta) birlikte Bükreş'te Milli Park'ta.. Hüsnü Savman üst sırada sağdan ikinci. |
Şeref Bey; Hüsnü, Feyzi, Hayati, Osman, Eşref gibi futbolcuları
bir bir kadroya dahil ederek uyguladığı gençlik aşısıyla, yavaş yavaş geleceğin
bileği bükülemeyen Beşiktaş futbol takımının temellerini atar.
1930 yılına girildiğinde, henüz 16 yaşında , ilk bakışta
sapsarı saçlarıyla dikkatleri üzerine toplayan Nişantaşı’lı bir genç daha
kadroya dahil edilir. Bu genç de, siyah beyazlı formayı 20 yılı aşkın bir süre
şerefle taşıyacak, rakip filelere gönderdiği 320 golün 99’unu voleyle atarak
kırılması güç bir rekora imza atacak Şeref Görkey’dir.
Aynı yıl bir futbolcunun daha peşine düşer Şeref Bey.
Beşiktaş’ta oturan, Kuleli Askeri Lisesi öğrencisi bu gencin adı Hakkı’dır.
Şeref Bey'e verilen bilgilere göre, babası 1. Dünya Savaşı’nda şehit düşünce
küçük yaşta yetim kalmış, 5 kardeşiyle birlikte yoksulluk içinde büyümüştür bu
genç. İki ağabeyi gibi o da baba mesleği askerliği seçmiştir.
Ağabeylerinden Muhtar, 1924 Türkiye şampiyonu Harbiye
takımının santrahafıdır. İzleyenler methede methede bitirememektedir
Hakkı’yı...
‘’Ağabeyi Muhtar kadar iyi bir futbolcusuyla bu bile yeter’’
diye düşünür Şeref Bey. İdareci arkadaşları Abdullah Pozan ve Fehmi Erok’a uzun
süre kendisine fark ettirmeden izlettirir Hakkı’yı...Yalnız halledilmesi güç
bir problem vardır. Hakkı bir askeri okul öğrencisidir. Yayınlanan tamim gereği
sivil takımlarda oynaması yasaktır...
Hakkı’ ya siyah-beyazlı formayı giydirebilmek için Hakkı’nın
yakın arkadaşı ‘’Zigota’’ Hayri ile küçük bir oyun planlar Şeref Bey. Ve 1931
yılının Kurban bayramı tatilinde plan uygulamaya konulur...
Hayri, bayramın 2. günü Hakkı’nın kapısını çalar: ‘’ Gel
maça gidelim. Bu gün Taksim stadında harika bir maç var. Beşiktaş Yugoslavlarla
karşılaşıyor’’... Yoksulluk içinde büyümüş Hakkı, bayramda el öperek topladığı
2,5 lira harçlığı da maça kaptırmak istemediğinden önce pek sıcak yaklaşmaz
arkadaşının teklifine...
Ancak arkadaşı Hayri ısrarcıdır : ‘’ Yahu, bırak parayı
düşünmeyi. Ben Şeref Bey’le konuştum, izin aldım. Bizi bedava içeri
alacaklar...’’ diyerek ikna eder Hakkı’yı. İki arkadaş hızlı adımlarla Taksim
stadının yolunu tutarlar...
Bayram günü oynanan maça ilgi büyüktür. Taksim stadının
çevresinde mahşeri bir kalabalık toplanmıştır.
Hayri kalabalığa birkaç metre
kala durur, Hakkı’ya: ‘’ Sen burada bekle, ben birazdan geleceğim’’
diyerek ortadan kaybolur. Aradan 10 dakika kadar geçmiştir ki, yanında uzun
boylu, temiz giyimli bir adam olduğu halde döner.
Gelen adam gülümseyerek elini uzatır Hakkı’ya: ‘’ Merhaba,
ben Şeref. Hoş geldin Hakkı. Bu gün bizim maçta Beşiktaş formasını giyer
misin?’’ diye sorar.
Daha önce adını çok duyduğu Şeref Bey’le karşılaşmış
olmaktan ve hiç beklemediği bir anda aldığı tekliften afallamıştır Hakkı.
‘’Nasıl oynarım ki... Ben asker adamım.. Merkez komutanı Şükrü Naili paşa
canıma okur sonra...’’ diyerek itiraz etmeye kalkışır...
‘’Merak etme..Ben konuşurum komutanınla..İzin alırım...Hadi
sen fazla oyalanma... Forman, ayakkabıların hazır... Soyunma odasına git de
takım arkadaşlarınla tanış...’’diyen Şeref Bey, neler olup bittiğini anlamaya
çalışan Hakkı’yı bir emr-i vakiyle siyah beyazlı formayı ilk kez giymek üzere
soyunma odasına yollar.
1931 Salı günü ilk kez Yugoslav Beogradski takımına karşı
Beşiktaş formasını giyer Hakkı Yeten. İmam Hayati ile yanında sağ iç mevkiinde
oynar 1-1 beraberlikle sonuçlanan ilk maçında. Mücadeleci futbolu, bitmek
tükenmez hırsı ile hemen göze batar. Hakkı’ya Beşiktaş formasını bir emr-i vaki
ile giydirmeyi başarmıştır Şeref Bey ama, merkez komutanı Şükrü Naili paşadan
izin falan almamıştır.
Kafasından, öyle geçici bir izin almayı değil, Hakkı’nın askeri
okuldan bir şekilde ayrılışını sağlayarak siyah-beyazlı formayı giymesinin
önündeki engelleri bütünüyle ortadan kaldırmayı geçirmektedir.
Şeref Bey bir yandan, yardımcısı Fehmi Erok bir yandan,
Hakkı’yı ikna etmek için defalarca gidip gelirler Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne.
Hakkı’nın ağabeyini, bazı komutanlarını araya koyarlar. Sürekli ısrarlar
karşısında nihayetinde ikna olur Hakkı. Okulundan istifa eder, lise son sınıfı
bitirmek üzere İnkilap Lisesi’ne aldırır kaydını.
Sirkeci’de bir terzide Şeref Bey’in kendisine diktirttiği
bir gömlek, bir takım elbise, bir de siyah-beyaz ipek kravat karşılığı
Beşiktaş’ a transfer olur. ( Bu , bir takım elbise, bir ipek kravat, Hakkı
Yeten’in17 senelik futbolculuk hayatında Beşiktaş’tan aldığı tek transfer ücreti
olacaktır!)
Hakkı, Hüsnü, Şeref, Eşref, Hayati gibi yıldızların futbol
takımına katılımıyla, futbol branşı iyiden iyiye kulübün en çok ilgi çeken
branşı durumuna gelir. Semt halkı futbola, atletizm, eskrim, güreş, halter gibi
ferdi sporlardan çok daha fazla ilgi göstermektedir. Futbol ferdi sporların
başaramadığı bir şeyi başarmakta; adım adım sporseverin, seyircinin ötesinde
sıkı sıkıya, gönül bağıyla Beşiktaş
kulübüne bağlı bir taraftar kitlesi yaratmaktadır.
Öyle ki, futbolun başındaki Şeref Bey’e semtte de, spor çevrelerinde de herkes ‘’başkan’’ diye hitap etmeye başlamıştır.
Beşiktaş kulübü, gerek basında gerek halk arasında ‘’Şeref’in kulübü’’ olarak
adlandırılmaktadır.
Bu durum, diğer şube kaptanlarının ve bazı idarecilerin
hoşnutsuzluklarını yüksek sesle dile getirmeleri sonucu doğurur. Kulübün
kuruluşundan bu yana faaliyet gösteren ana spor branşlarının yavaş yavaş geri
planda kalmasıyla birlikte, kulüp idaresini elinde tutan kurucular Fuat Balkan
ve Ahmet Fetgeri Bey’lerin futbol şubesine ve Şeref Bey’ e karşı daha soğuk
durmalarına, hatta zaman zaman açıkça tavır koymalarına neden olur.
Şeref Bey, ideallerini gerçekleştirme yolunda, çevresindeki
üç beş yakın arkadaşının dışında bütünüyle yalnız başına mücadele etmek zorunda
olduğunun farkındadır. Bir başka şeyin daha farkındadır, başarıyı elde etmek
için dıştaki rakipler kadar içteki rakipleri de yenmek zorundadır....
Üstelik şimdi, uzun zamandır hayalini kurduğu bir başka
düşünü daha gerçekleştirmeye sıra gelmiştir: ‘’ Beşiktaşlı futbolcuları idman
yaptıkları Akaretler’deki gayri nizami sahadan kurtarmak, yangın sonucu harebe
haline gelmiş Çırağan sarayının futbol sahası yapılmaya müsait bahçesini Milli
Emlak’tan kiralayarak, bu alana siyah
beyazlı renklere yaraşır bir tesis kurmak.’’
BEŞİKTAŞ’IN ŞEHİDİ
1932 yılında Beşiktaş kulüp başkanlığını Abdülkadir Ziya
Karamürsel bey üstlenir. Şeref Bey yakın arkadaşı Abdülkadir Bey’in kulüp
başkanı olmasına çok sevinir. Artık bir süredir uğraştığı Çırağan’ın bahçesinin
Milli Emlak’tan kiralanması meselesini başkan Abdülkadir Bey’in desteği ile
daha kısa sürede halledebilecektir.
Üstelik başkanıyla, idarecileriyle, futbolcularıyla
bütünleşmiş Beşiktaş’ın bu sezon hasret kaldığı şampiyonluğu kucaklaması çok
daha kolay gözükmektedir.
1932 yılı Haziran’ında Ankara’ da toplanan ‘’Türkiye İdman
Cemiyetleri Birliği’’ genel kongresine katılır Şeref bey. Kongre devam ederken
bölgeler arası ‘’Kongre Kupası’’ maçları da yapılmaktadır. İzmir Bölgesi ile
Ankara Bölgesi’nin yapacağı maçın hakemliğini Şeref Bey’ e teklif ederler. Seve
seve kabul eder. Alkışlar arasında sahaya çıkar...
Maçın ilk yarısının son dakikalarında yığılır kalır yeşil
sahaya... Yanına koşup gelenlere:
‘’ Bir şeyim yok...Merak etmeyin.. Herhalde heyecandan
tansiyonum düşmüş olacak... Halftaymda dinlendikten sonra bir şeyim kalmaz...’’
diye cevap verir...
‘’İkinci yarı istersen başka birini hakem yapalım. Sen
dinlen...’’ diye ısrar ederler.. ‘’Yok olmaz, maçı tamamlamak istiyorum..Bir
şeyim yok, ben iyiyim...’’ diyerek başladığı maçı yarım bırakmak istemez Şeref
Bey... Hayatı boyunca kafasına koyduğu, başladığı hiçbir işi yarım
bırakmamıştır ki...
Maçın sonunu getirir getirmesine de, bu kez soyunma odasında
baygınlık geçirir Şeref Bey. Arkadaşları o halde kaldığı otele
taşırlar...Teşhis ve tedavi için İstanbul’a gitmesini ve Cerrahpaşa hastanesine
yatmasını ısrarla isterler... Hiç birine aldırmaz Şeref Bey:
‘’Ben iyiyim, merak etmeyin... Ankara’ daki işler bir
bitsin, Bursa’ da kaplıcalara gideceğim, demir gibi olacağım..’’ diyerek arkadaşlarının
ısrarlarını geri çevirir... Çırağan Sarayı bahçesinin Beşiktaş’ın kullanımına
verilmesi ve bu alanda bir stadyum inşaatının başlatılması izniyle ilgili
Bakanlar Kurulu kararını beklemektedir.
Karar çıkana kadar kimselere kulak asmaz, Ankara’ dan
ayrılmaz... Ağrıları ve sık geçirdiği baygınlıklar ise gün geçtikçe dayanılmaz
bir hal almaktadır...
Hastalığına kulak asmaksızın Ankara’da kalan Şeref Bey,
Çırağan’ın bahçesini Beşiktaş kulübüne mal etme yolunda önemli mesafe alır.
Bazı gerekli imzaların tamamlanmasının ardından İstanbul’a döner. Bir hayalini
daha gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu yaşamaktadır.
Ancak ihmal ettiği hastalığı oldukça ilerlemiştir. Artık
ayakta duramamaktadır. Köyiçindeki evinde yatağa serilir. Izdırapları ise
azalacağına gün geçtikçe daha da dayanılmaz bir hal almaktadır.
Çare olur diye Bursa’ da kaplıcalara gider. Bir hafta, on
gün, hiçbir şey değişmez. İstanbul’a döndüğünde operatör Burhanettin bey
tarafından son kontrolleri yapılır. Yapılan testlerin sonucunda Şeref Bey’in hastalığına kesin teşhis
konur... Bu teşhis ne yazık ki ‘’KANSER’’dir...
20 Ekim 1932 günü sessiz bir kalabalık toplanmıştır Sirkeci
garında... Beşiktaş kulübü idarecileri, sporcuları, yakınları, sevenleri son
bir umut olarak tedavi için Viyana’ya uğurlamaktadır Şeref Bey’i... 27 gün
kalır Avusturya’da...
Tıbben uygulanabilecek tüm tedaviler uygulanır kendisine...
Hastalığı karşısında tıbbın da çaresiz kaldığını anlamıştır Şeref Bey.
Doktorlarla konuşur, hastaneden çıkışını alır. İstanbul’u ve Beşiktaş’ını çok
özlemiştir. Geri dönecektir...
Hayatı hep mücadelelerle dolu olan Şeref Bey, 12 ay süren
son mücadelesini yakalandığı amansız hastalığa karşı verir. 12 Haziran
Pazartesi gününü 13 Haziran Salı gününe bağlayan gece yarısı 0:20’de hayatında ilk kez girişmiş olduğu bir mücadelede yenik
düşer, hastalığı boyunca başından ayrılmayan babasının kollarında, 39 yaşında
hayata gözlerini yumar.
14 Haziran 1933 Çarşamba günü, Şeref Bey’in cenazesi önce
Beşiktaş Köyiçi’ne getirilir. Sporcuları, öğrencileri ve halkın oluşturduğu
binlerce kişilik bir kalabalık Köyiçi meydanında toplanmış, 39 yıllık yaşamını
Beşiktaş’a hizmete adamış bu müstesna insanın ardından gözyaşı dökmektedir.
Türk bayrağına sarılı tabutu Sinan Paşa camiine taşınarak cenaze namazı burada
kılınır.
Beşiktaş’a mal etmek uğruna sağlığından olduğu Çırağan
sarayının bahçesine yapılan stadta da bir tören düzenlenmesini vasiyet etmiştir
Şeref Bey. Şehir Bandosunun çaldığı matem marşının hüzünlü melodisi eşliğinde,
sevdiklerinin elleri üzerinde tabutu Çırağan’a taşınır. Stad direğinde,
Beşiktaş kulübünün arması simsiyah hazırlanmış bir bayrağı yarıya indirilmiş
şekilde dalgalanmaktadır. Tabut stadın ortasında hazırlanan iki masa üzerine
konur. Binlerce kişi etrafını çevirir.
İlk konuşmayı İdman Cemiyetleri İttifakı reisi Halit Bey
yapar.. Törene katılan devlet adamlarından bir kaçının daha konuşmasının
ardından sağlığında zaman zaman küstüğü, zaman zaman barıştığı çocukluk
arkadaşı, mahalle arkadaşı, futbolcu arkadaşı Refik Osman Top çok dokunaklı bir
konuşma yapar.
Ardından Şeref Bey’in yakın dostu, Beşiktaşlıların ‘’baba’’
diye hitap ettikleri kulüp başkanı Abdülkadir Ziya bey’in konuşmaya
başlamasıyla birlikte törene katılan binlerce kişi artık göz yaşlarına hakim
olamamaktadır...
Şeref Bey’in naaşı, Çırağan’ daki stadı tepeden seyreden
konumdaki Yahya Efendi dergahına defnedilir. 39 yıllık kısa yaşamına çok şey
sığdırmıştır Şeref Bey... Kuruluşunda sınırlı sayıda kişinin ferdi sporlarla
uğraştığı özel bir kulüp kimliğindeki Beşiktaş kulübünü halka indirmiş, halka
sevdirmiş, halkla büyütmüş, siyah beyaz renk aşkını binlerce, yüz binlerce
kişinin kalbine kazımayı başarmıştır.
Hani ‘’ben takımım için canımı veririm’’ derler ya, belki
böyle bir sözü söylememiştir Şeref bey ama, Beşiktaş kulübü için gerçekten de
canını vermiştir. O Beşiktaş’ın Şeref’idir... O Beşiktaş’ın şehididir...
Şeref Bey'in cenaze töreni |
Şeref Bey ve Hüsnü Savman'ın mezarı başında dua eden minik Beşiktaşlılar. (1967) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder